Bazen biz anneler çocuklarımızı kendimizin birer uzantısı gibi görürüz. Onları biz doğurduk, bizim eserimiz olmalı... bizim gibi düşünmeli, bizim gibi hissetmeli... “Bağımsız, özgüven sahibi bir çocuk olsun” deriz, bireyselliğini destekler gibi görünürüz ama farklılaşmaya çalıştığında hemen tepki gösteririz. Onlar için her zaman en doğrusunu biz biliriz sanırız, “onun iyiliği için” deriz. Benden daha iyi kimse bakamaz çocuğuma diye düşünürüz... Babalardan hiç çocuğuyla ilgilenmiyor diye hep şikayet ederiz ama babalara bebeği iki saat emanet edemeyiz. Hatta bazen abartıp “çocuğum en çok beni sevsin” isteriz... Bütün bunların altında yatan asıl neden, belki kendimizin bile farkında olmadığı, belki de tamamen bilinç dışında hissettiğimiz, çocuklarımızın bizden kopuşunun getirdiği dayanılmaz acı ve buna bir şekilde karşı koyma isteğimizdir...
Bebeğimiz başkasının kucağında olduğunda içimiz bir “cızz” eder.. şöyle boğazımızdan karnımıza doğru inen tanımlayamadığımız bir duygu....
“Hayır elimi bırak, ben kendim merdivenden ineceğim” dediğinde...
Yuvanın kapısında “bay bay anne” deyip arkasına bile bakmadan arkadaşlarına koştuğunda da aynı cızz...
O yıl okulun ilk günü için artık anne-babanın gelmesini istemediğinde...
İlk kız arkadaşıyla tanıştırdığında..
Tatilini arkadaşlarıyla geçirmek istediğini söylediğinde de...
Yurt dışında okumaya gitmek istediğinde de aynı cızz...
Ayrılıklar hayat boyu yaşanır. Ama ne kadar “rahat” yaşanır, işte bu büyük oranda annenin elinde...
Anne çocuğun kendisinden ayrılması için önce kendisinin buna izin vermesi gerektiğini anlamalıdır. Ayrılamayan çocuk söz konusu olduğunda, anne çocuktan ayrılamıyor demektir. Annelerin kabul etmesi ne kadar zor olsa da bu tartışmasız bir gerçek. Fakat annede bir kez bu farkındalık oluştuğunda problemin büyük bir kısmı hallolmuş demektir.
Bağımlılık konusunun oluşumunu biraz daha açalım: Bebekler dünyaya geldikleri andan itibaren anneye (annenin yokluğunda kendisine bakan kişiye) bağlanmaya başlarlar. Bu bağlanmanın güvenli veya güvensiz oluşunu annenin bebeğini sevip kabul etmesi, bebeğin gelişim dönemlerine göre ihtiyaçlarına (fiziksel ve duygusal) tam olarak cevap verebilmesi belirler. Böylece bebek ihtiyaçları karşılandıkça yavaş yavaş kendisini güvende hissetmeye ve kendisini anlayan, ihtiyaçlarını karşılayabilen anneye sağlıklı bir şekilde bağlanmaya başlar. Artık dünya o kadar da tahmin edilemez bir yer değildir. Böylece çocukta dünyaya, çevresine ve insanlara karşı “temel bir güven duygusu” oluşur. Ne de olsa annenin kendisiyle kurduğu sağlıklı ilişki bebek için diğer ilişkilerinin temelini oluşturacak olan bir şablondur. Anneyle güvenli bağlanma ve sağlıklı ilişki bütün yapı taşlarıyla oluşamadığında (çeşitli faktörler dolayısıyla-annenin depresyonu, bebeğini ve anneliğini tam olarak kabul edememesi, bebeğin ihtiyaçlarına cevap verememesi, vs..) çocukta temel güven duygusunun oluşması zor olur. Dünyayı tahmin edilemez, belirsiz, güvensiz ve tehlikelerle dolu bir yer olarak görür. İlişki şablonu sağlıklı olmadığı için anne yanında değilken çocuk kendisini çırılçıplak tehlikede hisseder. Ayrıca bu duygunun kaynağında annenin bilinçli veya bilinçdışı etkileri çok önemlidir. Anne çocuktan uzak kaldığında çok kaygılı olduğu için çocuk bunu elbette ki hisseder (en çok da ayrılık saniyesinde), demek ki korkacak bir şey var diyerek anneden ayrı kalmak her anlamda kendisini huzursuz eder. Aklı annede kalır, ortama konsantre olması, yeni deneyimlerin tadını çıkarması mümkün olmaz. Yani anne ayrılamaz, böylece çocuk ayrılamaz, çocuk anneden kopamadıkça anne daha çok kaygılanır, çocuk bu duyguyu hisseder daha çok kaygılanır. Bu karşılıklı bağımlılık ilişkisi kısır döngü şeklinde devam eder.
Öte yandan ayrılma meselesiyle ilgili başka bir başka kısır döngü de şöyle yaşanabilir: Bazı anneler hem “çocuğuma en iyi ben bakabilirim, benden başka kimse bakamaz” diye yanlarından ayırmazlar ve çocuğu kendilerine bağımlı yaparlar; hem de zaman zaman bu bağımlılık onlara çok fazla gelir (çünkü çocuğu bile olsa bağımlılık duygusu insana ağır gelir), o zaman da “yeter artık” diye çocuğu itmeye başlayabilirler-duygusal anlamda bir itmeden söz ediyorum. Fakat daha sonra anne bu itme davranışıyla ilgili bir suçluluk duygusu yaşamaya başlar. Bu sefer de çocuğun sevgisini kaybetme korkusuyla onun her dediğini yapar olur. Böylece çocuk sınırlarını yitirmeye başlar ve bir duygu karmaşasına kapılır. Annesi kendisini istiyor mu, istemiyor mu; seviyor mu sevmiyor mu tam olarak anlayamaz. Sonuçta annenin sevgisini kazanabilmek ve ilgisini taze tutabilmek için her türlü davranış problemini sergilemeye başlar. Bu durumda anneden ayrılmak, anne gözünün önünde olmadığında çocuk için adeta anneyi kaybetmek anlamına gelir. Bu da çocuğu anneye daha da bağımlı yapar. 3 yaşındaki çocuğundan hiç ayrılmamış bir anne için yuva zamanına kadar hiç sorun yokmuş gibi görünebilir. Fakat yuva zamanı, hatta okul zamanı gelip çattığında ayrılma meselesi “okul korkusu veya okul fobisi” dediğimiz çok ciddi bir problem haline gelebilir. Ayrılık vakti geldiğinde çocuk akıl almaz davranışlar sergiler; ağlar, bağırıp, tepinir veya okula gitmemek için karın ağrısı, hastalık gibi çeşitli bahaneler geliştirir, hatta gerçekten ateşi yükselir, midesi bulanır, kusar, vs..
Tüm bu olumsuz tabloyu aşabilmek için annenin –yukarıda da belirttiğim gibi- kendi ayrılma kaygı ve korkularının ve suçluluk duygularının çocuğunu kendisinden ayırmasına izin vermediği konusunda farkındalık geliştirmesi problemin çözümü için oldukça iyi bir başlangıçtır. Ciddi ayrışma problemlerinde anne kaygılarının ve belki de depresyonunun üstesinden gelebilmekle ilgili olarak bir terapi alabilir.
En baştan itibaren ufak ayrılıklara alışmak gerekir. Bebeğin ilk yoğun bakım ayları geçtikten sonra anne yavaş yavaş bebeğini başkalarına emanet etmeye başlamalı ve başkalarına güvenmeyi öğrenmeye çalışmalıdır. Ayrılma korkusu oluşmuş çocuklarla belki yarım saatlik minik ayrılıklarla başlanabilir. Çocuğun annenin rahat bir şekilde bay bay deyip gülümseyerek çıkıp gittiğini ve daha sonra geri geldiğini defalarca tecrübe etmesi gerekebilir. Çocuğun emanet edildiği kişiye veya yuvaya güveni arttıkça ve anneden ayrı tek başına var olabildiğini gördükçe ayrı kalınan süre uzatılabilir. Bağımlılık riski olan çocukların ilkokul vaktine kadar beklemeden yuvaya gitmesi işleri kolaylaştırır. Yuva olsun, okul olsun anne-babanın okula gidilmesi konusunda net ve kararlı olması, ne olursa olsun mutlaka yuvaya/okula götürmesi önemlidir. Bu aşamada annelerin bir uzman desteği almaktan çekinmemesi gerekir.
Terazinin bir kefesinde “anne bay bay” deyip yuva öğretmenine koştuğunda hissettiğimiz ayrılık acısı, diğer kefesinde çocuğumuz rahat rahat ayrılabiliyor, artık kendi ayaklarının üzerinde durabiliyor diye hissettiğimiz buruk sevinç... Ayrılmanın ve ayrışmanın tatlı acısıdır belki de anneliğin temel dilemması...
KAYNAKLAR
Bihter Mutlu Gencer
Psikolog ve Özel Eğitim Uzmanı
ELELE Çocuk ve Aile Psikolojik Danışmanlık Gelişim ve Eğitim merkezi
www.elelecocukaile.com
Molla Gürani Mh. Sarımusa Sk.
No:33 Fındıkzade / Fatih / İSTANBUL
+90 (212) 631 23 11
© Copyright 2024 Created by / Rasim KILIÇ